4 Kasım 2010 Perşembe

hayat koçum muhittin.

trafikte akıl sağlıklarını bırakan ve aslında öyle bir trafikte başka da pek şansları olmayan taksici abilerimi tenzih ederek (barış uygur göndermesi yaptığımın ben de farkındayım, sakin olun) şu hayatta beni kimsenin taksiciler kadar ezmediğini kısaca anlatmak isterim. kimi taksi şöförü konuşkan olur, taksiciyle 'small talk' raconu diye bir şey vardır, bunların bilincindeyim fakat artık şu hayatta suskun bir taksi yolculuğu da geçirmek istiyorum ben. 'şuraya gideceğidim' dedikten sonraki tek cümlem 'buyurun, teşekkür ederim, hayırlı işler' olsun ve o yolculuk öyle bitsin istiyorum. 
yapı ve görünüş itibariyle 'taksicifriendly' bir izlenim mi uyandırıyorum bilmiyorum ama biner binmez başlıyor muhabbet. bazen ölesiye acı çekiyorum, konuşmayayım diye debeleniyor, debelendikçe konuşuyorum. taksiciyle yapılan muhabbette en önemli unsurlar zaten şunlardır:
güleceksin, ve ne derse onaylayayacaksın. artık hiç desteklemediğin şeyler söylüyorsa da 'yani.. ama.. haklısınız tabi de..' den öte bir ayrıdüşme yaşamayacaksın. yeri gelecek hayattaki en büyük düşmanın belediyeciler olacak, veya kısa yol gitmek isteyen müşteri profili gerçekten senin de hayatında çok onulmaz yaralar açıyormuş gibi davranacaksın, anadolu klüplerine şans verilse hepsi birer bursaspordur bu arada.. yani uzar, gider, anlatabildim sanıyorum. 
fakat beni ezen işin bu kısımları değil. benim derdim, muhabbetin bir kısmında mutlaka okulum ve mesleğimle ilgili şeyler konuşulması ve akabinde düştüğüm durum. klasik müzik denilen o şeyin neye derman olduğununun bilinmemesi mi tartışılmaz, 'para oluyo mu sizin işlerde' muhabbeti mi.. 'ünlü mü olcan şimdi sen okul bitince. ilerde arabama bindiydi deriz ehemehe' , 'ben müzik sevmiyorum. bi şey türküsü var onu seviyorum biraz. zaten başım ağrıyo' (bu inanılmazdı).. çoğaltılabilir.
ha bir de 5 yaşımdan beri piyano çaldığımı öğrenince 'fazıl say diye bir adam var duydun mu hiç onu, çok severim ben' diye soran bir abi vardı ki canımdan öte candır kendisi..
aynı yıldız teknik üniversitesi önünden beni alıp, son derece sıkışık trafik yaşanan o saatlerde piyano hocamın evine doğru götüren o abi gibi. 'burada mı okuyorsunuz' diye başlayan sohbet, abinin yıldız teknik bilmemne mühendisliğinde okuyan yeğenini yaklaşık 15 dakika anlatmasıyla devam etti. yeğeni ailede hep en zeki olmuştu, diğer çocukların okumayacağı belliydi ama bu çocuk farklıydı. hep mühendislik istemişti. zaten yıldız teknik mühendislik için ne kadar da mükemmel bir okuldu. çocuğun işi neredeyse şimdiden hazırdı. hocaları, ders işleyişleri, hangi dersleri gördükleri.. adam okulu yeğeniyle birlikte yaşıyordu. ve bu ülkenin böyle zehir zıpkın mühendislere ihtiyacı vardı, böyle fakültelere ihtiyacı vardı..çünkü günümüzde mühendislik bir avuç kendinibilmezin istilası altındaydı.
neden sonra abinin aklına ben geldim. bir an benim de o arabada olduğumu hatırlayıp 'sen de mühendislik herhalde teknik okul' ve ardından kısa bir 'helal olsun kız sana o kadar zor okula girmişsin, kolay değil tabi teknik üniversite..' gibi kısa bir pohpohtan sonra cevap vermeme fırsat tanıdı. 'yok' dedim. 'ben müzik okuyorum'
'ne?' dedi. 'müzik okuyorum ben, piyano çalıyorum' dedim.
işte bu anı benimle yaşayabilmenizi isterdim dostlarım. sustuk. sessizliği abinin 'Olsun'u bozdu.'üzülme'dedi. biraz daha sustuk. adamın susuşundaki acımayı hissedebiliyordum. gerçekten bana acıyordu. baya. biraz da utanıyordu. yarım saattir benim gibi başarısız bir insana küçük miyendiz'i övmeseydi keşke, pot kırmıştı. sonra fazla sustuğunun farkına varıp boşlukları doldurmak için olanca hızıyla mühim olanın insanın elinin ekmek tutabilmesi olduğunu anlattı. yani şu hayatta insan çöpçü bile olsa bunu dürüstçe yapabilmeli, haram yememeliydi. çok da dert etmemeliydim ben kendime, hem kız çocuğuyum yani aile geçindirme derdim de yoktu, üstelik müzik öğretmenliği yapabilirdim daima. zaten öğretmenlik kadına çok yakışıyordu..
bu yolculuk bir ömür sürdü dostlar. adam bana o kadar acıdı ki, neredeyse para alası gelmedi. parayı almak için arkasına döndüğünde suratındaki 'ne yaparsın, hayat, herkes istediğine sahip olamıyor' bakışının hala sabit olduğunu gördüm. neyse ki bu yolu da atlatmıştık. iyi günler dileyip arabadan indim. kafamda hala şu hayatta öss için biraz daha çalışsam belki de başarılı bir insan olabileceğim düşünceleri vardı.
köşedeki bakkaldan bir şişe su alıp pek sevgili piyano hocamın evine girdim. en kısa zamanda bir miyendiz bulup formasyon almalıydım.

1 yorum:

  1. ben mühendis oldum da noldu? 15 yaşında konservatuar kapısına gittiğimde "çok yaşlı" olduğumu söylemeselerdi, şu an bir mühendis yerine bir müzisyen yazardı bu satırları...

    YanıtlaSil